Bookowski TKK Konsept: Kölelik

By | 09:58 Leave a Comment


Resim: Josiah Wedgwood - Am I Not A Man And A Brother?

(Anlamı: Ben de bir insan ve bir kardeş değil miyim?)


Antikçağ’dan beri var olmuş bir olgu üzerine yazılmış tarihi kurgu kitaplarını ele alacağım bu yazımda. Evet, başlıktan da anlaşıldığı üzere “Kölelik” gibi üzücü ve gerçek bir konu binyıllardır insanların maruz kaldığı ve uyguladığı sayısız hayata mal olmuş haksız bir uygılama. Günümüzde modern kölelik de bunun evrimleşmiş hali. Ancak ben bu yazıda klasik kölelikten yani “bir insanın bir başka birinin malı veya mülkü olması” durumundan yola çıkılarak yazılan ve birçoğu gerçek uygulamaları yansıtan tarihi kurgu kitaplarını sizlere tanıtacağım. Bunların  bazıları Türkçe’ye kazandırılmış kitaplar:






Toni Morrison'un 1988 Pulitzer Edebiyat Ödülü'nü kazanan bu büyük romanın konusu, Amerika'nın iç savaşını izleyen yıllarda Ohio'da geçiyor; köle Sethe'nin ve ailesinin çevresinde dönüyor. Kentucky'de köle olarak bulunduğu bir çiftlikten kaçan Sethe, yakalanacağını anlayınca, beyazların eline geçmemesi için iki yaşındaki kızını öldürmeyi yeğler. Ölen küçük kızın ruhunun evde dolaştığına inanan güzel ve gururlu Sethe, bu olayın etkisinden kendisini kurtaramaz. Aradan on sekiz yıl geçtikten sonra Sethe'nin evine bir genç kız gelir. Yirmi yaşındaki bu ilginç konuk, nereden geldiğini bilmemekte, çatlak sesiyle bir çocuk gibi konuşmaktadır. Sethe'ye taparcasına bağlı olan genç kız, adının Sevilen olduğunu söylemektedir. Roman, Sethe'nin kölelikten özgürlüğe doğru yaptığı zorlu yolculuğu anlatırken, geri dönüşlerle bu çarpıcı anlatımın içine Sethe'nin geçmişindeki ürkütücü gerçekleri de katar. Irk ayrımının olanca şiddetiyle hüküm sürdüğü günlerde geçen olaylarda, kör inançlarla, ruhlarla dokunmuş roman örgüsü, yoksulluğun ve özgürlük verirken, bir köle ve bir anne olarak Sethe'nin çektiği acıları çok irkiltici bir biçimde anlatıyor. 1993 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Toni Morrison'un lirik, şiirsel, zarif ve vurucu bir dille kaleme aldığı bu roman, bir başyapıt.




Özgürlüğün Rengi Yoktur...





Küçük yaşta ailesinin yok oluşuna şahit olan bir kızın hayatı, zengin bir çiftlik sahibinin onu besleme olarak yanına almasıyla değişir. Kusursuz gibi görünen ihtişamlı bir dünyayı kısa zamanda aralamayı başaran bu kız, kendini birbirinden farklı iki yaşamın içinde sıkışmış bulur:Bir yanda mükemmel gibi görünen, aslında ikiyüzlü ve hastalıklı alışkanlıklarla dolu sahte bir hayat, Diğer yanda birbirine derin bir sevgiyle bağlı, sadakatten asla ödün vermeyen masum insanlar... Bu sıkışmışlık, genç kızın vereceği hayat sınavının bir habercisidir aslında... 18. yüzyılın Amerika'sında geçen Bir Beslemenin Günlüğü, her türlü zorluğa rağmen sevginin ve sadakatin üstün geldiği, aile kavramının önemini ortaya koyan etkileyici hikayesiyle dünya edebiyatına damgasını vuran güçlü bir roman.








  
17. yüzyılın sonlarına doğru Yeni Dünya'dan İspanya'ya doğru yola çıkan, altın yüklü bir İspanyol hazine gemisi... Gemide dönemin sınıfsal yelpazesinin neredeyse her renginden insan vardır. Ve hepsi bulundukları yerden bakmaktadır dünyaya. Derken bir Kızılderili köle çıkar sahneye. İlkel ve basit düşünen genç bir adamdır bu. Ama onun bu ilkel ve basit düşünceleri, dönemin "uygar" ve "iktidar sahibi" güçlerine ve onların yaklaşımlarına karşı kimliğini savunma cüreti ve inadıyla birleşince, gemide her şey altüst olur...



  
Yıl 1767. Yer İskoçya. Bir toprak sahibinin kızı olan Lizzie Hallim, soğuk bir kış gününde, buz gibi nehirden çıkan çıplak bir adamı izlemektedir. Bu adam, maden işçisi Mac McAsh'tir.Mac, Lizzie'nin nişanlısı Jay Jamisson'ın madenlerinde çalışan bir köledir; ama artık yazgısını değiştirmeye kararlıdır.

                            




Lousiana 1828. Sıcak bir yaz. Kölelik en hararetli dönemini yaşıyor. İsyanlar had safhada. İşkenceler sürüyor... Tüm bunların ortasında, zengin bir çiftlik sahibinin karısı, Manon. Kocasından nefret ediyor. Hizmetçisi Sarah'dan da öyle. Sarah'nın kocasından olma çocuklarını görmeye dayanamıyor. Manon'un düşlediği yaşam bu değildi... Geçmişi ve geleceği, özlemleri ve rüyalarıyla dokuduğu bir anlatımla, Mal'ın öyküsünü baştan sona Manon anlatıyor bize. Ahlaki yoksunluğun tam kalbinden, sansürsüz ve duygusuz bir tonlamayla. Mal, tempolu, entrikalı, görsel detaylarla zenginleştirilmiş bir roman. Valerie Martin, köle geleneğini yeniden sorguluyor ve "kurban" rolünün ezenle ezilen arasında nasıl yer değiştirebileceğini gösteriyor. Mal, büyüleyici bir roman. Pınar Kür'ün doyumsuz çevirisiyle...   (Orange Broadband Ödülü 2003)



 Genç ve yoksul Brezilyalı Manoel da Silva, 1800'lerin başında Afrika'nın "köle sahilindeki" Dahomey adlı krallığa gitmek üzere denize açıldı. Köle ticaretinden servet kazanmayı kafasına koymuştu. Azminden ve iradesinden başka hiçbir silahı olmayan genç adam Dahomey'de zengin, güçlü ve önemli bir kişi haline gelmeyi başardı. Ruh hali cıva gibi değişken deli Kral'a kendini sevdirerek köle ticareti tekelini ele geçirdi. Sayısız kadınla birlikte olup yüzlerce yıl yaşayacak melez bir hanedan kurdu. Ancak kaderini teslim ettiği uğursuz mesleğin, hayallerindeki gibi zengin, saygın ve muzaffer biri olarak Brezilya'ya dönmesinin önündeki en büyük engel olduğunu bilemezdi.


*** Filmi de bulunmaktadır.
 Cobra Verde




  İsyanın, Özgürlüğün, Eve Dönüşün, Dünyanın Kanayan Yarası Köle Afrika'nın Romanı 

"Neden isyan çıkarmak için kölelere önderlik ettin?" Singbe gözlerini Judson'a dikti, öylece bakakaldı. Tam o esnada şu birkaç kelime odanın içinde bir top gibi patlad: "Köle değil! Singbe köle değil. Afrika!"  Herkes olduğu yerde donup kalmıştı. Singbe zincir şıkırtıları arasında elini göğsüne götürüyor, aynı sözleri yineleyip duruyordu. "Köle değil! Afrika!" Judson Singbe'ye doğru yaklaştı.  "İngilizce konuşabiliyor musun? Ha? Haydi, bir şeyler daha söyle, durma! Haydi!"  "Köle değil! Köle değil!"  Singbe yargıca doğru bir adım attı. Denizcilerden biri tüfeğini kaldırıp onu durdurdu. Singbe, Mende dilinde yüksek sesle konuşmaya başladı. "Ben özgür bir Mendeliyim. Yeniden köle olmayacağım. Beni zincirlerle bağlayabilirsiniz. Sırtımı ve ayaklarımı, derisi yüzülünceye kadar kamçılayabilir, bedenimdeki bütün kanı akıtabilirsiniz. Ama köle yapamazsanız. Ben hiç kimsenin kölesi olmayacağım! Bunun için beni öldürmeniz gerek."

*** Filmi de bulunmaktadır.






17. yüzyılda Türk korsanlarınca tutsak edilen bir Venedik'li, İstanbul'a getirilir. Astronomiden, fizikten ve resimden anladığına inanan bu köle, aynı ilgileri paylaşan bir Türk tarafından satın alınır. Garip bir benzerlik vardır bu iki insan arasında. Köle sahibi, kölesinden, Venedik'i ve Batı bilimini öğrenmek ister. Bu iki kişi, efendi ile köle, birbirlerini tanımak, anlamak ve anlatmak için, Haliç'e bakan karanlık ve boş bir evde, aynı masanın iki ucuna oturur, konuşurlar. Hikâyeleri ve serüvenleri, onları, veba salgınının kol gezdiği İstanbul sokaklarına, Çocuk Sultan'ın düşsel bahçelerine ve hayvanlarına, inanılmaz bir silahın yapımına, 'ben neden benim' sorusuna götürecektir. Hikâyelerin günden geceye doğru ilerlemesiyle, gölgeler yavaş yavaş yer değiştirirler.




 Sudan'da Başlayıp, Londra'da Biten Bir İnsanlık Dramının, 21. Yüzyılda Köleliğin Romanı 



"Sen kendini kim sanıyorsun ki?" dedi evin hanımı Rahab, "Dur da sana izah edeyim. Sen bir abdasın, yani bir köle. Abda. Abda. Bu ne demek, biliyorsun değil mi? Bir abda olduğunu asla unutma!" "Hayır, ben Mende'yim" diye karşılık verdim ona yavaşça. Abda kelimesinin ne anlama geldiğine dair en küçük bir fikrim dahi yoktu. Nuba dağlarında abda bir kız ismi olduğu için, ismimi karıştırmış olabileceğini düşünüyordum. Rahab alayla güldü. "Adının Mende olduğunu biliyorum. Fakat bunun dışında bir abdasın. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?" "Hayır, ben Mende'yim" diye tekrarladım bir kez daha. İşte o anda aklıma babamın Nuba dağlarında Arapların Shimii köyünü bastıklarını ve kızları köle olarak kaçırdıklarını anlatması geldi. Artık Rahab'ın neden bana abda dediğini anlıyordum. Ben Rahab'ın kölesiydim!






  
Spartaküs (Spartacus) adlı belgesel roman, Howard Fast tarafından 1951 yılında yazılmıştır ve Stanley Kubrick tarafından 1960 yılında filme çekilmiştir. Olaylar ve kişiler tamamen gerçektir. Yüzbini aşkın köle ordusunun yenilmez Roma ordusuna karşı Spartaküs’ün önderliğinde M.Ö. 73 -71 yılları arasında tarihe yazdığı bu ölümsüz mücadele insanlık tarihinde ezilenlerin ezenlere karşı ilk ayaklanmasıdır.

*** Filmi de bulunmaktadır.





Spartaküs ile ilgili Türkçe'ye çevrilmiş birçok roman var: Arthur Kostler'in Spartaküs: Özgürlük Tarihinin İlk Bireyi adlı romanı, J. M. Clements'in Spartacus: Kılıçlar ve Küller'i (Straz'ın Spartacus dizisinin romanlaştırılmış hali; seri halinde olacak. Blogda yorumum bulunmaktadır), Lewis Grassic Gibbon'un Spartacus: Kan ve Gurur'u, Marcel Ollivier'in Spartacus'ü, Aleksandr Pavloviç Blizinski'nin İsyancı Köle Spartacus'ü.

Bana sorarsanız Howard Fast'inkini ya da Arthur Koestler'inkini tercih edin derim, tarihi bilgilerin daha fazla olmasından dolayı elbetteki...

Spartacus hakkında eğer çeşitli belgelere dayanan hem resimli hem de kaynakçalı bir kitap okumak istiyorsanız, size şu anda okuduğum Nic Fields'ın Spartacus ve Köle Savaşı adlı kitabını öneririm:



Tarihin en büyük savaşlarının ayrıntılı dökümleri, çarpışan kuvvetlerin komuta stratejileri, muharebe taktikleri, askerî harekâtların düğüm noktaları.

Roma'ya karşı ayaklanan bir köle: Trakyalı Spartacus. Karşısında servetini iktidar için kullanan hırslı bir komutan: Marcus Licinius Crassus. Gladyatörlerin isyanı, kullanılan silahlar, karşılıklı taktikler, Crassus'un kazdırdığı hendek, Silarus Nehri yakınındaki son savaş…


Roma M.Ö. 73 tarihinde köleci bir toplumun başına gelebilecek en büyük kâbusla karşı karşıya kaldı: Köle ayaklanması. Gladyatör dövüşlerinin önemli merkezlerinden biri olan Capua'da, Trakyalı Spartacus önderliğinde ayaklanan gladyatörler, üzerlerine gelen Roma kuvvetlerini peşpeşe yenilgiye uğrattılar. Kaçan diğer kölelerin de katılmasıyla giderek büyüyen ve mevcudu 70.000'e yaklaşan bu ordu, Spartacus'ün komutasında zengin Roma kentlerine saldırdı, iki konsül ordusunu bozguna uğrattı.


Roma için büyük bir tehdit oluşturmaya başlayan Spartacus'ü başlangıçta ciddiye almayan Senato, daha sonra bu hatasını anladı ve servetini kullanarak iktidar peşinde koşan hırslı Marcus Licinius Crassus'u görevlendirdi.Uzunca bir süre Spartacus'ü takip eden Crassus, "köle ordusu"nun bölünmesinden de yararlanarak son ve büyük bir savaşta -Marx'ın ifadesiyle- "bütün bir antikçağ tarihinin böbürlenebileceği en muazzam kişilik" olan Trakyalıyı mağlup etti. Spartacus savaş alanında elinde kılıcıyla can verdi. Crassus, esir aldığı 6.000 köleyi ibret olsun diye çarmıha gerdirdi. Stanley Kubrick'in epik filmi Spartacus'te (1960), Crassus son savaştan hemen önce bir araya topladığı subaylarına harekâtın "Spartacus efsanesini öldürmek" için yapıldığını söylemişti. Oysa gladyatör Spartacus'ün yazgısında, ölümü yenip efsane olmak ve çağları aşıp dünyadaki tüm ezilenlerin umutlarının simgesi haline gelmek vardı.


11. İsabel Allende - Denizin Altındaki Ada



Denizin Altındaki Ada, ünlü Şilili yazar Isabel Allende'nin ustalıkla kaleme aldığı ve gerçek olayların üstüne kurguladığı bir roman. 18. yüzyılın sonunda Saint-Domingue'de köle bir kadın olarak Zarité kendini şanslı sayabilirdi: Dokuz yaşındayken zengin bir toprak ağasına satılmıştı, ama hep evde çalışan bir hizmetkâr olarak ne şekerkamışı tarlalarındaki yorucu hayatı biliyordu, ne de şeker öğütme makinelerinin başındaki boğucu ve zahmetli çalışmayı. Doğasında bulunan iyi kalplilik, ruh gücü ve dürüstlük sayesinde, kölelerin bu zor koşullar altında hayatta kalabilmelerine yardımcı olan sırlarına ve manevi dünyalarına nüfuz edebilmiş, efendileri olan beyaz adamların kötülüklerine yakından tanık olmuştu. Ancak bu acımasız dünyanın kahramanları onun dünyasını kasıp kavuracak ve onu uzaklara savuracaktı.

Efendisi tarafından New Orleans'a götürülen Zarité, sonunda en büyük emeli olan özgürlüğe kavuşacağı yepyeni bir hayata başlıyordu. Acının ve sevginin, boyun eğmenin ve bağımsızlığın, kendi arzularının ve hayatı boyunca kendisine zorla kabul ettirilmiş olan isteklerin ötesinden dönüp de serinkanlılıkla geriye baktığında Zarité, talihin kendisine güldüğü sonucuna varacaktı.




12. Andre Brink - Sesler Zinciri




Köleliğin yasal olduğu 1820'lerin Güney Afrika'sında bir umutla köleliğin kalkmasını bekleyen kölelerin umutlarının tükenerek efendilerine başkaldırışlarının hikayesi.

"Hangi efendi kendi malı olan ve onun ölümüyle mal varlığının bir parçasını kaybedeceğini bildiği kölesini öldürmek ister? Kölelerini öldüren efendiler vardır, ama evlatlarını öldüren babalar da vardır. Yine de bir çocuğun en güvenli olduğu yer baba kucağı değil midir? Ya da bir baba için kendi evladının sevgisinden daha güven verici ne olabilir? Efendileri tarafından öldürülen kölelerin sayısını, başka cinayetlerde can verenlerin sayısıyla kıyaslarsak, efendisinin koruması altındaki kölenin hemen hemen babasının kucağındaki çocuk kadar güvende olduğunu görürüz."




13. Harriet Ann Jacobs - Bitmeyen Esaret





"Ayağa kalkın ey rahat rahat uyuyan kadınlar! Duyun sesimi ey umursamaz kızlar!"
Aslında kölelik hala bitmedi, tüm vahşiliği ve gaddarlığıyla devam ediyor.
Hangimiz gerçekten özgürüz, hangimiz gerçekten köleyiz?
Sadece derimizin rengi mi belirler kaderimizi?
Afrika'dan Amerika'ya getirilen ve köle olarak çalıştırılan siyahların öyküsünün küçük bir kısmıdır bu kitap. Gerçek bir hayat hikayesidir. Kırbaçlamalar, köpeklerin önüne atılıp parçalanmalar, yapılan akıl almaz işkenceler, tacizler ve tecavüzler…
Yazar Harriet Ann Jacobs'un bir köle olarak yaşadıklarını anlattığı bu çarpıcı roman, sizleri bir kez daha bu dünyanın en acımasız sistemi olan "Kölelik" ve kendi hayatlarımız hakkında düşünmeye itiyor.




14. Solomon Northup - 12 Yıllık Esaret





1841'de New York'ta yaşayan Solomon Northup, kendisini müziğe adamış siyahi bir adamdır. Ailesiyle birlikte yaşayan Solomon, özgür yaşayan ve istediği şeyleri yapabildiği için mutlu bir adamdır. Fakat bir gün bir müzik işi için 2 adam ile tanışır ve çalışmak için Washington'a gider. 

İnandığı medeni dünya alt üst olur çünkü kendisini kaçırıp Güney'de bir çiftlikte köle olarak çalışması için satarlar. Özgürlüğünü korumak için verdiği tüm emekler ve mücadele yerle bir olmuş, hayatı kabusa dönmüştür. Bu cehennemde Solomon acıyı, şiddeti, küçük düşürülmeyi yeniden öğrenecek ve isyan etmeye cesareti olmayan bir grup insanın umutsuzluğuna şahit olacaktır. Sevdiklerini ve hayatını geri almak için ne yapması gerektiğini kesinlikle bulmuştur... Aynı isimle filme de aktarılan 12 Yıllık Esaret bir nefeste okunacak bir şaheser.
(Tanıtım Bülteninden)





Aynı şekilde Kölelik Tarihi ile ilgili bilgi edinmek istiyorsanız Charles Johnson'ın Köle Seferi ve Prof. Markus Rediker'in Köle Gemisi adlı kitaplarını öneriyorum - ki bu iki kitap da benim okuma listemde bulunuyorlar. 


Belki de yazının en başında ele almış olmam gereken romandan bir tanesini yazmadan yazının sonlarına geldim. Ancak tanıtmazsam olmaz, eminim ki birçoğumuz küçükken okumuşuzdur. Harriet Beecher Stowe'un Tom Amcanın Kulübesi adlı kitabı.



Dünya edebiyatı kalsiklerinden biri olarak kabul edilen Tom Amca'nın Kulübesi, yarattığı duygusal ve politik etkilerle yalnız edebiyata değil, ABD tarihine de damgasını vuran bir roman. İlk kez yayınlandığı 1852 yılında devrimci ve yenilikçi niteliğiyle büyük tepki toplayan, beyazların egemenliğini sürdürdüğü on dokuzuncu yüzyıl Amerika'sının utanç verici kölelik kurumu karşısındaki tutumunu acımasızca, ayrıntılarıyla gözler önüne seren bir başyapıt. Amerika'da köleliğin kaldırılmasında büyük etkisi olduğu söylenen roman, köleliğin korkunçluğunu, insan doğasına aykırılığını, ahlaki ve dini yanlışlığını dile getirir. Nasıl bir yaşam sürerlerse sürsünler, bütün kölelerin ortak noktası şudur; özgürlükleri ve gelecekleri yoktur. Mal olarak alınıp satılan, ailelerinden koparılan insanlardır onlar; kimi çocuklar, bu yazgıdan kurtulmaları için doğar doğmaz öldürülürler. On dokuzuncu yüzyıldaki kölelik koşulları göz önünde bulundurularak okunması gereken romanda, yazar, köleliği beyazların sorunu olarak ele alırken, zencilerin çektiği ıstırap ve sıkıntıları ön planda tutmuş, onlara özellikle Tom Amca başta olmak üzere, ahlaklılık, yumuşaklık ve inançla donatılmış bir insanlık gücü bağışlamıştır.
*** Filmi de bulunmaktadır.





Ayrıca eski basım Catherine Gaskin'in Fiona adlı romanı da kölelik konusunu barındıran gotik-romantik türü bir kitap. Merak edenler için kısaca tanıtayım:



Umutsuz Fiona McIntyre genç kuzeninin yanında mürebbiye olarak çalışmaya  Batı Hint Adaları'na (ki eskiden köle ticaretinin çok yapıldığı yerlerden biridir burası)  gider. Ama beyaz efendilerin ihtirasları ve onların özgürlüğün kıyısındaki huzursuz kölelerinin arasındaki gerilim kaynama noktasına gelmiştir. Kasırga geldiğinde ve davulların sesleri adayı sardığında bütün sırlar açığa çıkacaktır. 


Yukarıdaki kitaplardan Mal, Bir Beslemenin Günlüğü, Ouidah Naibi, Özgürlük Ülkesi, J. M. Clements'in Spartacus: Kılıçlar ve Küller'ini okudum, diğerleri de okuma listemde. 



Yayınevleri belki okur da burayı (pek umutlu değilim ama) değerlendirmeye alır diye kölelik ile ilgili konusunu beğendiğim birkaç romanı da ben yazayım istedim:



Ve gelelim birkaç film tavsiyesine:

Britanya'da köleliğin kaldırılması için amansızca mücadele etmiş politikacı ve tüccar William Wilberforce'un bu mücadelesi Amazing Grace  (Özgürlük Şarkısı) adlı filmde çok etkileyici bir şekilde aktarılmış, tavsiye ederim.




Yukarıda yazdığım Amistad adlı filmde de hem prodüksiyon hem de oyunculuklar çok kaliteli. 




İzlenecek ve okunacak listemde olan 12 Years A Slave (12 Yıllık Esaret) oldukça dikkat çekici.




Son film ise I Am A Slave adını taşıyor ve Londra'nın köle ticaretini ve bir kadının özgürlük mücadelesini anlatan konusu ile beni izle diyor.






Ve böylece ikinci konsept yazımın da sonuna geldim. Bu uzun yazıyı okuma sabrı gösterenlere çok teşekkür ederim. Umarım yazım faydalı olmuştur. Kölelik konusu benim özel ilgi alanıma girdiği için ve derinden etkilendiğim bir konu olduğu için ben yazıyı yazarken okuduklarımı ve izlediklerimi yeniden hatırlayıp hüzünlendim. Köleliğin -hangi türü olursa olsun- sonsuza dek bu dünyadan silinmesi dileğiyle diyerek yazımı kapatıyorum.


"Bol kitaplı günler diliyorum. Bırakın kitaplar sizi dünyalarına alsın..."

Bookowski


0 yorum:

Yorum Gönder